Sunday, March 27, 2005

aklin saman balyalari

Insani hapishaneye ya da mezara sokan genellikle bir anlik hatalar (suclar) iken, insanligi yuzyillardir karanlikta tutan uzun uzun dusunmelerin eleginden gecmis olanlardir, cogu zaman gorunmezdirler. Toplum akilli, dusunen bir insandan cok bir hayvan gibidir. Sucu tanimlarken refleksleriyle hareket etmistir. Reaksiyonu dusunmelerden gecmez, bir reflekstir. Yarinindan cok bugununu dusunur. Iste suc kavrami da boyle akilsiz bir varlik (toplum) tarafindan tanimlandigi icin, "gercek suclar" cogu zaman gorunmezdir. Birey bunlari toplumdan devsirdigi ahlaki bir kenara koyup yeniden (toplum adina) dusunerek kurdugu "modern" bir ahlak cercevesinden gorebilir ancak. Belki zamanla tum bireyler uyanir ve yeni bir ahlak sistemi olusur. Bir sistem kurulup tomplumca benimsenmeden, suclar cogunluga gorunmez kalir. Sucluluk hissi yaratamazlar. Su an bilinen temel prensiplerden yola cikmalarina ragmen, toplumun bireyi dislama tehdidi bu tarz suclarda bulunmadigi icin bunlar yaygindir. Orneklemeye calisirsak, politikacilarin ulkeyi yonetirken yaptiklarindan tutun da sorumluluklari dusunmeden cocuk sahibi olmaya kadar bir cok ornek verilebilir. Suc olduklari cok acikgibi duruyor kimi bu orneklerin ama islenirken bir kilifa girmeleri cok kolay, ya da oznel bir bakis acisi ile hakli gosterilmeleri. (Aslinda kafamdaki ornekler, yola cikarken dusundugum, daha bir "kimsenin gormedigi cinsten"di, sevmedigi halde bir kadinla/adamla beraberlik (misal; evlilik) kurmak gibi, ya da dunyada olan bitene seyirci kalmak gibi. Bu ikincisindeki sorun sucun basta etkinlikle tanimlanmis olmasiyla da alakali.)

....

Garip bir ruya gordum yine. Colde onlarca insan zincire vurulmus, kocaman bir cember cizen ( oyle buyuk bir cember ki aslinda bir cember cizdigi anlasilmiyor) bir demiryolunda devamli donup duran ustu acik vagonlardan ibaret bir trende zorunlu olarak calistiriliyordu. Baslarinda muhafizlar, surekli trenin kelepcelerini yaglamalarini, bakimini yapmalarini ve buna benzer bir cok agir is buyuruyorlardi. Bir suresonra bu calisma kampi bastakilerin istegiyle sona erdirilip, herkes serbest birakiliyordu. Sinema perdesinde gosterilen haftanin haberlerinde bunu yapanlarin milyarlarca dolar kar ettiginden (nasil ?? belirsiz) bahsediliyor, trenyolunun afrikada oldugu (ki calisanlarin nerede olduklarindan haberleri yoktu) ve bu sistemi kuranlarin bu ise milyarlarca dolar yatirdigi soyleniyordu. Ben de orada calisanlardan biri miydim yoksa sadece bir izleyici mi hatirlamiyorum. Ama birilerinin cok sicak diye soylendigini, elindeki su matarasini hatirliyorum. Bir de o kamptan sonra serbest kalanlarin bir daha mutlu olamayacaklari hissini duydugumu animsiyorum ama yine orada calismis olup da mi yoksa sadece disardan bir izleyici olarak mi boyle hisettigimi bilmiyorum.

Monday, March 21, 2005

gloomy sunday

Pazar gunu festivalin son gunuydu, Gloomy Sunday festivalde izledigim son film oldu. Festivalin en begenilenleri arasindaydi film. Ben de begendim, cok sevdigim bir sarkiyla ayni ismi tasiyor film, aralarinda bir baglanti oldugunu ( isim ayniligi disinda) bilmiyordum, filmin sinopsisini okuyana dek. Film bu sarkinin etrafinda donuyor. sarkinin gercek hikayesinden yola cikilmis ama sadece bir esinlenme soz konusu.hikayesi kurgu. gercek degil.ama sarkinin gercek oykusu ile cakisan yerleri de var. mesela sarkinin bir "suicide anthem" olarak gorulmesi gercek. macaristan'da 100den fazla insan bu sarkiyla intihar etmis. sarkinin bestecisi de intihar edenler arasinda.

favori sarkilarimi saymam istense, herhalde ilkler arasinda sayardim GloomySunday'i. Sarkinin Bjork cover'i en sevdigim versiyonu. billie halliday meshur etmis sarkiyi ABD'de.

isin garipsedigim yani benim de intihar fantezilerimden birinde bu sarkiyi duslemis olmam. intihar sirasindan ziyade sonrasinda, eve girenlerin bu sarkiyi bilgisayarda calar halde bulmasi.. baska belki bir ya da iki sarkiyi daha bu an icin uygun gormustum sanirim, ama sonucta sayilari ucu gecmeyecek "suicide anthem" tercihlerim arasinda gloomy sunday de var. bu sarkinin sadece benim icin degil bir cok insan tarafindan benzer sekilde algilandigini ogrenmek sasirtti beni. bu melodinin gercekten ne ozelligi vardi, bir de filmde sarkinin ilk versiyonlarini duydum ki, bunlar benim alisik oldugum bjork versiyonundan cok farkli idi, yani sanirim sadece bu versiyon-lari duymus olsam, bu parcaya intihar fantezilerime dahil etmezdim. yani yorumdan cok, sarkinin melodisiyle ilgili demekki sarkinin etkisi, zamanla insanlarin muzik zevki -1940lardan gunumuze- evrildikce, degismeyen sey sarkinin notalari. sonradan ogrendim ki zaten bu sarki uzerine yazilmis denemeler (essays) var. inceleme konusu olmus.

bu arada intihar etmeyi hic bir zaman ciddi olarak dusunmedim. sadece hayal kurdugum zaman, o hayalin, her hikayenin oldugu gibi bir sona ihtiyaci oluyor ve bu son kimi zaman, hayali kurdugum anki ruh halime gore, intihar olabiliyor. bir de "intihari ciddi olarak dusunmek" nedir, bilmiyorum, bana gore, ciddi olarak dusunenler cidden girisimde bulunup basarili olanlar ya da basarili olmaya cok yaklasanlar. diger intihari dusunmeler daha cok intihari hayal etme, saniyorum.

Friday, March 18, 2005

(A Spotless Mind)


dunya genis (yola cikis noktasi)
working stations (bir fikir)

the pianist from shiningbach

if i hadnt seen that the world is so wide in my childhood (and dreamt such** things), i doubt if there would have any good will and non-egoistical dreams left in me, for now and tomorrow. i have seen the world through- and in guidance of- tv.

the truth about life is boring, it is so boring that you even do not feel like to talk about it when it is in your mind, it is so obvious that* it is not an answer to ANY question in the world. (or maybe we may say "it can not be..") so people have built everything on the dark side, eventhough they have had the light at the very beginning. it was not by purpose but inevitable due to human nature. human thought could have only grown in the dark, and it did. centuries passed and people forgot the beginning, the thought of the light has become a legacy. the grown human thought, some say is now immune to light, they say, they have brought their thoughts under light and opened their eyes but it did not vanish. can it really survive in the light? can you really open your eyes and still "think"? maybe in all i ve written there are some wrong questions, humans always suffer from finding the right questions. do they? :)

people are not like cockraches, they dont gather in dark, they gather under light. (yes, 'with closed eyes,though.')

...

basharflerimizi okuldaki kuyruklu piyanoya (steinwaye) kaziyip dayak yemek (fake memories about a real girl or dreaming backwards)


*that: for that

Monday, March 14, 2005

aylak balik

for the last two days, i ve been getting 'korean punches', first she, then again her, and finally today; a movie. at the moment, it s not only the korean punches though. some spice added on, maybe more like a bitter coctail is what has hit me. i dont know exactly why i feel so down, picking a guess for a mixture but there might be only one substance in the mix to blame.

baharatli tavuk yine cok guzeldi, farkli sos bu sefer dediler ama bana ayni gibi geldi. aci yemegi sevmeye basladim coktan zaten. bu gun bir de, su ana kadar gordugum en guzel ( tek guzel belki) hintli kizi gordum, tanistirildim.. hintlilerin bazi davranis bicimlerini anlamiyorum, dokunsal iletisimleri cok yogun, yani 2 gun once tanistigi kizin burnuyla oynuyordu bugun arkadasim. o guzel kizin.. hemen samimi oluyorlar, yani cinselligin evlilik oncesinde bir tabu olmasina ragmen, davranislarinin bu sekli biraz garip geliyor bana.

sometimes i think, those friends i have, some of them especially are so good people that i feel like my goodness worths nothing compared to their good-nature.. so much moral correctness and generousness, kindness.. i used to feel as a relatively good person but not in here anymore.. i m less than ordinary.. maybe only straightly correct thing i ve got is my political ideas (life politics) which even myself dont follow.

...

odasinin arka balkonu ormanin uzerinden gole bakiyordu, geceleri gizlice sigara icmeye ciktiginda o karanlik manzarayi izlemek aliskanliga donustu zamanla.sigarayi biraktiktan sonra da devam etti.

Sunday, March 13, 2005

for sleepyheads only

az once kulakliklari takmis muzik dinliyordum, mp3 calarin sesi sonuna dek acikti. telefon calsa (calistigim lab.in telefonu) sesini kulakliklara ragmen duymam imkansiz gibi. ancak bir anda sarkinin icinde arka fonda, buradaki telefonun sesinden farkli bir tonda calan bir telefon duydum, ve telefonun yanina gittim. cidden lab.daki telefon caliyordu. okuldaki diger lab.den arkadas ariyor. sonra sarkiyi bir daha dinledim, sarkida telefon calma sesi filan yok arka planda. acaba var da farketmedim mi, bir daha dinliycem bir ara. sarki Flunk'in Blue Monday 'cover'i. deliriyo muyum!!? minimal delirme diye bir sey var mi. yani tamamen degil de beynin incecik bir tabakasinin normal disi bir boyuta gecmesi. asansorun de sabah ben tam yaklasirken kapisi acildi. ama hepsinin mantikli aciklamasi var sonucta.

su an calistigim lab.da kimse yok, kimse gelmedi, bahar tatilinden oturu herhalde. bir de lab.i iki saat gec actik normal saatinden, sabahtan gelen mudavimleri savmis olduk galiba.

marianne faithful bir viking gemisi mi. sisli caddelerden suzulerek geciyor muyum Flunk'in Honey's In Love'ini dinlerken simdi. (vokal bazen bjork'u andiriyor)

dun Cashback diye super bir kisa film izledim. herhalde simdiye kadar izlediklerim icinde en iyi 3 kisa filmden biri. bir atmosfer yaratmayi, icten olmayi basardigi gibi eglenceliydi de.yarattigi duygusal etkiden ayri dusmeyen onun bir parcasi olan bir mizahi vardi. biraz kiskandim hatta, "sentimental" olarak kuvvetli bir film yapabilirim belki bir gun ama asla bunun gibi icinde mizahi da bulunan ve bu kadar eglendiren, yani ikisini (duygusal derinlikle mizah) bir araya getiren bir film yapamam diye dusundum. ama biliyorum, yani onemli olan icindeki anlatma istegiyle samimi bir sekilde bir sey yaratabilmek, kendi icindekini dogru bicimde disari cikarmanin yolunu bulan herkes iyi bir seyler yapabilir. benim icin onemli olan kendi hikayemi iyi anlatabilmek. bir de kendi hayal ettigim kisa filmlere benzer bir kisa film izledim, bir ispanyol kisa filmi, Las Viandas. Yarattigi atmosfer cidden garipti, belki Cashback'ten hemen sonra izlemesem daha cok hosuma giderdi sonucta yine sevdim, bir de sunu gordum, buna benzer kisa film fikirlerimi gerceklestirebilsem ne denli etkili olur. sanirim cok da etkileyici olmuyormus. bu cok basarili bir uygulamaydi hem de. detaylari ile, dozajinda mizahi ile, bu tarz filmlerin olabileceginin en iyisi. ona ragmen...

bu arada bir de Tu diye bir Serbian-Montenegrian film gordum, bir seyleri bir yerlerinden yakaladigini hissettim filmin ama devami gelmemis, bir nevi yol gosterici, ilham verici film olarak kalmis gibi geldi bana, kendi basina bir basyapita donusmeden. goddard'in notre music'i hakkinda da ayni seyi dusunmustum ama sanki Goddard'in zaten yapmak istedigi bu gibiydi, bir essay film.

Honey´s In Love

You dont understand what you do to me...
In love...
My soothing lullaby
You dont understand what you do to me...
In Love
You're outside my window,
I see you
In Love...
My soothing lullaby
You dont understand what you do to me...

Friday, March 11, 2005

the ballad (that is) played inside out

bazen sinemaya gitme aliskanliklarimi iyice sinirlandirip sadece ben de iz birakacak filmlere gitmeyi dusunuyorum. onlarin sayisi da cok az ve onceden bilmek o kadar kolay degil. ama bir suru birbirine benzeyen film izlemekten SIKILDIM sanirim. aslinda bunlari gorece iyi bir film, bu birbirine benzer filmlerden biri olmama ihtimali , bazi acilardan, bulunan bir filme gittikten sonra yaziyorum, yani kotu bir filmden cikip degil. ama yine de filmin, su an kestirebildigim kadariyla, pek benim icin ilerde onem arz edecek filmler arasina girecek bir hali yok.. filmi sevmeme ragmen, izlerken keyif almama ragmen boyle olmasi uzucu. ama iste bu filmde de ustu ortulu diger filmlere benzeyen seyler onu digerlerinin arasina geri cekecek zamanla sanirim. aslinda baska seylerden bahsetmek istiyorum, ama tam olarak nasil yapacagimi bilmiyorum. film festivali gunleri daha bir birine katacak sanirim benim icin, tatil daha hizli gececek.. bittiginde koca bir gunu (ama sonucta bir gunu) geride birakmis gibi hissedicem ki tatil yapmis hissi vermeyecek biliyorum. galiba bir kisir dongu icindey kisilmisim gibi hissediyorum. o kadar cok kez denemedim ve basaramadim ki, artik sonsuza dek buradan cik(a)mayacagim inanci dusuncelerime sizmaya basladi. bu odada kisilmisligimin nedeni, kapinin kilitli olusu degil, ta basindan beri kalkip o kapiyi acmaya calismamam. bir hayati hep o odada yatagin ustunde oturdugum yerden yasadim ve simdi bir hayat daha farkli ne getirebilir ki diye dusunuyorum, ana yollardan girmedigim daha ne kaldi ki, beni tum bunun disina cikarsin. artik simdi bir yapbozun parcalarinin cogu bitmis butunune eklenisi gibi geliyor hayatima eklenen her gun, resmin neye benzecegi belli gibi, bundan sonra tum bunlarin yepyeni bir resme donusmesi mumkun gozukmuyor. canimi sikan bu galiba. bu aralar kadinlar da kocaman sorunlara bakarken taktigim renkli gozlukler gibi. gozumun odagi cokca sasirip arkadaki manzarayi degil de onlari goruyor sorun olarak. (birini cikarip birini takarken arada gozume ilisti asil manzara da farkettim belki) bir cisme, bir seye yuklemek sikintilari, kocaman cozumsuz bir sorunu cozulebilir, elle tutulur hale sokmaya yariyor sanirim.

batman'i getirdi aklima, sac sekli. batman'deki kim basinger gibi ama kendi esmer, kim basinger'a hic benzemiyor. yuzundeki ifadenin de batman'le bir alakasi var, bir karakteri degil de sanki tum filmi, filmin havasini cagristiriyordu. "dancing in the pale moon light" . her face is pale white, saci kopkoyu, siyah. demek istedigim, gozluk de kendi basina bir sorun belki.

simdi bakinca, biraz karanlikta da olsa umut hep var. hala kacilacak yerler var (simdiki zamanin disinda da hayat var). ruyalarimda goruyorum.

sacma : zaman-disi-mekan-sera.

Saturday, March 05, 2005

yagmurlu kopruler alti

Inigilizce yazdigim "post"lari okuyunca 'iyyyyy' diyorum icimden, bu ne rezil "post". ama oyle birakiyorum, birakmaya devam edecegim, blog'un ozelligi bu sanirim.. yani boyle kirik dokuk olmasi.. ingilizce olarak kendimi ifade ederken dogalligi korumak icin sanirim daha uzun yillar bu dille yatip kalkmam lazim ki pek niyetim yok. konuyu baglamaya ugrasmiyim, kuzenimin kocasi Japonya'nin kuzeyindeki Sakhalin adasinda calismak uzere Rusya'ya gitmeyi dusunuyor. boyle bir is teklifi almis. gider mi bilmiyorum, herkes ailedeki gitsin dedi, ben de "git" dedim.. sonra nette baktim, garip bir yer hakkaten.. Nisan basinda gidecek eger kabul ederse. Bende dusundum eger benim de California isi olursa, belki Japonya'da bulusuruz Levent'le. cok absurd olur gercekten. boyle bir sey olmaz muhtemelen ama.. hastaliktan yeni yeni kalkiyorum, bugun iyiyim artik.. yarina evi toplayip ders calismaya baslamam lazim. onemli bir sinavim var persembeye. sonra bahar tatili. bir yerlere gideyim diyorum ama international film festivali var ki bu sehirde herhalde yilin olayi budur. (bir de seinfeld geliyormus :) bu ay sonunda, ama bilet kalmamisti simdiden, cok pahali zaten) bahar tatilinde bari haftasonu icin en azindan bi chicago yapabilsem. havalar yine karli-buzlu olursa o da icimden gelmez, orada gidip az tanidigim akrabalarimin evinde butun gunu oturarak gecirmek istemiyorum.

hastaliktan kalkinca daha cok calismayi planladim, bir kac gun once hasta yatagimdan, umarim oyle yapabilirim. ama bir kutu kibritle de upuzun bir sene, kapkara cleveland tuneli gecilmiyor ki, arada bir, hatta cogunlukla karanlikta yurumek gerekiyor, mecburen yavasliyorsun, durdugun da oluyor. simdi kafam aydinlik aydinlik yaziyorum ama.. bakalim.

bir de son olarak, hastayken ve atesim varken ne garip ruyalar gordum, ilk defa hafizamda bir bolumde bu sehirde yasadiklarimdan da bahsedildigini gordum. VA'nin bisikletini caliyordum (aslinda sadece odunc aliyordum, sirf bisiklete binme zevki icin hem de ) ruyamda, ve cok salas bir sehirdeydik buradan bildigim herkes, bir kopru alti gecekondusunda yasiyorduk. sanirim siniftan tanidigim biriydi yuzunu hatirlamiyorum, o diyordu, cabuk donmeden geri goturelim bisikleti.