Friday, April 29, 2005

so long and thanks for all the fish

i ve seen the hitchhiker's guide to the galaxy, it was one of the few movies that worthed to see, in this year. it was not superb nor i did like it very much. but it was amusing and childishly free minded. i d liked vanilla sky and millions for the same reason. somewhere in the movie where they travel over the world, that sense of universal values of aesthetics flashed in my mind. i think, i ve even supported that view with some ideas developed at that minute. since the language of maths is universal ( e.g. we -earth residents- have sent some messages to far away places in universe hoping that they would be heard and understood in the last decades, using a mathematical experssion method ), the things like proportions and symetry are universally defined ( most probably) and since under physical laws created things will have such properties any where in universe, and because the aesthetics judgements are (not only but mostly) based on those facts, we might be sharing the same aesthetic tastes with other intelligent life forms. I know that even among cultures on earth there are signicificant differences but there is no culture disregarding the beauty of the nature and such things at that fundamental level.

Friday, April 15, 2005

bisiklet hirsizi

olgunca davranma denemelerimi surduruyorum, peryodik olarak devreye giren bir otokontrol. olgun davranislarda bulunmaya calisirken sunu farkettim, mantigin olgunluk kavramiyla derinden bir alakasi varmis. olgunluk, gunluk akisin bir raya oturmus oldugu, ve temel ihtiyaclarin gideriliyor oldugu, beklentilerin, mantik cercevesinde oldugu, planli oldugu bir hayatta daha cabuk ulasilabilecek bir mertebe. bu durumlarin eksikliginde de ulasmak mumkun, benim denedigim gibi, mantikli davranmaya calismakla her adimda. gercekten mantigin gudumunde yasamak baska bir seymis. bunun disinda olgunluga bu turden ozellikleri barindirmayan insanlarda da icteki bir stabilligin yansimasi sonucu rastlanabilir. zaten distakini yoluna sokmakla ulasilmak istenen icteki stabilitedir.

mantikli davranmaya calismanin aci tarafi, bazi sorunlari mantiga vurunca sonuc cozumsuzluk oluyor. mantiken bir cikis noktasi bulunamiyor. mesela mantikli bir sekilde motivasyon noktalari arayip, ders calisma isteksizliginin kaynagini, bunu asmanin yollarini arayinca, ortaya bir cozum cikmiyor. mantikli davranmak derken kastettigim de buydu, mantikli olan calismak deyip , oturup ders calismaya baslamak degil. dugum noktalarina tek tek egilmek gerekiyor, mantikli, analitik bir cozum icin. cozumu olmayan sorunlarda, etrafinda dolasmaya calismak tek cikar yol, bu da biraz isi mantigin kontrolunden cikariyor yeniden, ancak baska care yok.

olgunluk tabii ki biraz da kaliplara girmekle ilgili, yasinin gerektirdigi gibi davranma deyimiyle kastedilenlerle baglantili.

bu sehirdeki en tatsiz seylerden biri, cikip dolasacak yerinin olmamasi, ozellikle arabasiz insanlarin ulasabilecegi mesafelerde. canim sikildi, parka yuruyuse gideyim, filan gibi bir secenek yok. Case Western'un kampusu biraz bu tarz bir sey icin uygun gibi ama orada da canlilik cok sinirli. bir de oranin bir parcasi olmayinca, cok hos olmuyor. amerikanin baska yerlerinde durum nasil bilmiyorum ama NY'ta da parka cikip dolasmak tek basina, belki bahar ve yaz icin hos bir fikirdir, ama kisin gezdigimizde urperticiydi biraz. hem o sicakliktan, istanbul'da bogaz kiyisindakine benzer bir histen cok uzak hersey. sokak kavrami olmayan bir ulkeden cok sey beklememek lazim bu anlamda. ben sokaklari ozledim, ama donmek istemiyorum cok turkiyeye, bu yaz. sanki kimim kimsem yokmus gibi geliyor bazen, arka-daslarim var ama herkes ayri bir yerde, okul zamani gibi herkesi bir arada bulabilecegim bir yer yok artik, sonra artik istanbulda bir evim yok. bu fikir annemin icine oturmustu, dogma buyume orali olup bir noktadan sonra, akrabalar disinda hic bir baginin kalmamasi, bir evinin olmamasi, moda ev kapanirken. simdi ben de biraz garip hissediyorum, dogup buyudugum sehirde sanki kimsem kalmadi gibi.

Sunday, April 10, 2005

bonzo

it is a nice day, yet not hot enough to go out without a jacket. though the sun is up, it s shiny outside. i have enjoyed walking to subway and back, listening to van morisson and betty lavette; brown eyed girl and you'll never change.i am listening to "hold on" now. it is back in my playlist again.

Saturday, April 09, 2005

muzik

bugun hava yine serin, dun de serindi, ama gunesli. sinavim fena gecmedi, keske savsaklamadan calisabilseydim. turkiyeye gitmiycem gibi bu yaz. gecen gun telefonda konusurken de hissettim bunu, sanki orada yeni bir sey yok gibi geldi. sanki hersey her yerde kotuye gidiyor gibi, umarim oyle degildir. akrabalardan ikisi vefat etti, son iki ay icinde. biri hisim, kanbagi da yok ama olum haberleri nedense beni etkiler oldu, eskiden hic etkilenmezdim, ancak etrafimdaki insalara etkisi etkilerdi beni de. simdi ya da artik, haberin kendisi de etkiliyor, belki gecen yazki E A'nin olumunden sonra degisti hersey. ondan daha yakinlarim da oldu ama sanki onlarin olumu cok beklenen bir seydi ya da cok mu kucuktum anlamak icin, yani olumu kendimden cok uzak gorecek bir yastaydim belki o zamanlar. belki bu haberlerdir nedeni, turkiye'ye bakarkenki karamsarligimin.

bunaltici bir ruya gordum, 16 saatlik gecen geceki uykumda, sanki 16 saatlik bir ruyaydi, sabah ruyanin ne oldugunu hatirlayana kadar, anlam veremedigim bir uzuntu duydum, ama tahmin ettim, bir ruyadan bu diye, aksamdan kaldim yine, hatirladim, sonra da telkin ettim kendimi, ruyaydi bu diye. ne ruyasi oldugunu bosverin, sanki simdi anlatsam, kullandigim "medium"dan da oturu gercekle bir bagi kurulacak, bir sarmal olusup ic disa dis ice acilacak filan gibi, o yuzden hic dokunmayip etrafinda dolanayim daha iyi.

hava biraz daha sicak olsaydi usenmeyecektim ama simdi aksam donerken sogukta beklemek istemiyorum. boynumda hafif bir tutukluk var gibi, tam tutukluga, bas agrisina donusmesin, hastalanmiyim bir de.. duvara karsi'yi gosteriyor sinematek de, yarin da veriyor, ben sinemada izledim onu zaten ama bir daha izliyim diye dusunuyordum, dusunuyorum..

duzenden, cok duzenden, "mukemmele yakin" duzenden niye kacindigimi da buldum galiba, yikilmasindan korkuyorum, yani bu kadar dalgali bir yerde, sartlara uyum saglamak daha mantikli sanki, benim icin.

Tuesday, April 05, 2005

yaz nesesi, boslugu ve korkusu

buralar sonunda isindi. haftasonu kar ve soguk vardi. simdi gece bile t-shirtle gezilecek kadar sicak bir hava var. aylar sonraki ilk ilik gece. kis ve soguklar sonbaharin ortasina dogru kendini ilk hissetirdiginde de boyle mutlu oldugumu hatirliyorum. hafiza mevsim degisikliklerine cok duyarli sanirim. degisiklige ya da genel olarak. birden ayaklandi. animsamalarla doldu bugun de o gunku gibi gunum. (sonbahar ve kis anilari yerine baharlari ve yazlari bu sefer.) istanbulu hatirladim (ve ozledim) butun gun, sonra eskisehir'i, yazligi, adini hatirlamadigim kasabalarinda ziyaretlerine gittigimiz uzak akrabalarin, tanidiklarin bahce icindeki evlerini, antalyaya ilk gidisimi ve kaleicindeki pansiyonun bahcesindeki portakal agacini, ilk orada duydugum o kokuyu, denizden donerken cikan aksam ruzgarini, yazlik sinemayi, kopegimi, yeterince sevgimi gosteremedigim kopecigi, yazin bikkinlik verdigi bombos gecelerini, gecenin bir vakti benzinciye anneme sigara, hepimize kola ve cikolata almaya gidislerimi, yanimda yuruyen evren'i.

bugun mutluluk insanin icinden gelir diye dusundum yine, mutlu mutlu gezerken, (ama iste disardan geliyor isik, cok belli degil mi) , belki nedeni sadece ilk bahar gunu degildi, belki sadece oydu ama bir de bir oyku dusundum sabahtan, onceden dusunmustum ama bu sefer bir kac detay daha ekliyince hissedebildim, guzel bir sey olur gibi geldi, roman ya da film olarak. bir seyler yarattigini hissetmek ne kadar diriltiyor, ayakta tutuyor insanin nesesini( ortada cok muhim bir sey olmasa ya da baskalarina belki duyduklarinda zirva gelecek bir sey de olsa yarattigin).

Saturday, April 02, 2005

pacman

it snows outside. last three days were warm spring days with 20 C temperature. Now it snows. my head is heavy, it is hard to carry. i am not doing anything other than eating chocolate, listening to music, and sleeping to please my self. i think, if i had known that i would live that way for that much time, i would have hardly been able to stand it. but in everyday itself there is hope. since tomorrow is a new day, you keep going, you stand it. in Oldboy - a Korean movie- he says, "if i had known that they would keep me in here for 15 years, would that have been easier?", i dont know either, which one's better, knowing that you will be released in 15 years or hoping to be released everyday. From my experience, i know that it is not easy to keep hopes alive for long times under repetition, against the power of induction; be reminded that all the knowledge we have is based on facts reached by induction.

Sunday, March 27, 2005

aklin saman balyalari

Insani hapishaneye ya da mezara sokan genellikle bir anlik hatalar (suclar) iken, insanligi yuzyillardir karanlikta tutan uzun uzun dusunmelerin eleginden gecmis olanlardir, cogu zaman gorunmezdirler. Toplum akilli, dusunen bir insandan cok bir hayvan gibidir. Sucu tanimlarken refleksleriyle hareket etmistir. Reaksiyonu dusunmelerden gecmez, bir reflekstir. Yarinindan cok bugununu dusunur. Iste suc kavrami da boyle akilsiz bir varlik (toplum) tarafindan tanimlandigi icin, "gercek suclar" cogu zaman gorunmezdir. Birey bunlari toplumdan devsirdigi ahlaki bir kenara koyup yeniden (toplum adina) dusunerek kurdugu "modern" bir ahlak cercevesinden gorebilir ancak. Belki zamanla tum bireyler uyanir ve yeni bir ahlak sistemi olusur. Bir sistem kurulup tomplumca benimsenmeden, suclar cogunluga gorunmez kalir. Sucluluk hissi yaratamazlar. Su an bilinen temel prensiplerden yola cikmalarina ragmen, toplumun bireyi dislama tehdidi bu tarz suclarda bulunmadigi icin bunlar yaygindir. Orneklemeye calisirsak, politikacilarin ulkeyi yonetirken yaptiklarindan tutun da sorumluluklari dusunmeden cocuk sahibi olmaya kadar bir cok ornek verilebilir. Suc olduklari cok acikgibi duruyor kimi bu orneklerin ama islenirken bir kilifa girmeleri cok kolay, ya da oznel bir bakis acisi ile hakli gosterilmeleri. (Aslinda kafamdaki ornekler, yola cikarken dusundugum, daha bir "kimsenin gormedigi cinsten"di, sevmedigi halde bir kadinla/adamla beraberlik (misal; evlilik) kurmak gibi, ya da dunyada olan bitene seyirci kalmak gibi. Bu ikincisindeki sorun sucun basta etkinlikle tanimlanmis olmasiyla da alakali.)

....

Garip bir ruya gordum yine. Colde onlarca insan zincire vurulmus, kocaman bir cember cizen ( oyle buyuk bir cember ki aslinda bir cember cizdigi anlasilmiyor) bir demiryolunda devamli donup duran ustu acik vagonlardan ibaret bir trende zorunlu olarak calistiriliyordu. Baslarinda muhafizlar, surekli trenin kelepcelerini yaglamalarini, bakimini yapmalarini ve buna benzer bir cok agir is buyuruyorlardi. Bir suresonra bu calisma kampi bastakilerin istegiyle sona erdirilip, herkes serbest birakiliyordu. Sinema perdesinde gosterilen haftanin haberlerinde bunu yapanlarin milyarlarca dolar kar ettiginden (nasil ?? belirsiz) bahsediliyor, trenyolunun afrikada oldugu (ki calisanlarin nerede olduklarindan haberleri yoktu) ve bu sistemi kuranlarin bu ise milyarlarca dolar yatirdigi soyleniyordu. Ben de orada calisanlardan biri miydim yoksa sadece bir izleyici mi hatirlamiyorum. Ama birilerinin cok sicak diye soylendigini, elindeki su matarasini hatirliyorum. Bir de o kamptan sonra serbest kalanlarin bir daha mutlu olamayacaklari hissini duydugumu animsiyorum ama yine orada calismis olup da mi yoksa sadece disardan bir izleyici olarak mi boyle hisettigimi bilmiyorum.